(08025082) Bilimsel Düşüncenin Evrimi (Yüksek Lisans Dersi)

philosophy of science ile ilgili görsel sonucu

 

Ders Saatleri: Çarşamba, 14.00-17.00 DTCF 426 No’lu Oda

DersinAmacı ve İçeriği:

Modern Bilimin gösterdiği başarı, -özellikle 19. yüzyılla birlikte- onun sağlam ve güvenilir bilgi üreten tek entelektüel etkinlik olduğu inancını doğurmuştur. Diğer bir deyişle, bir tür düşünme ve çalışma biçiminden doğan başarı, ‘gerçek’ bilginin standardını koyan bir başarı olarak kavranmıştır. Bu kavrayışa bağlı olarak felsefeye yeni bir görev yüklenmiş ve eğer bilim üzerine, temellendirilmiş ve spekülatif olmayan düşünsel bir etkinlik yürütülebilirse, bilimi ‘bilimsel’ kılan niteliklerin anlaşılabileceği ve olanaklı diğer alanlara (sosyal bilimin kurulması, toplumun bilim temelinde örgütlenmesi, felsefenin bilimselleştirilmesi vb.) aktarılabileceği iddia edilmiştir. Bu dönemde bilimde kendisini gösteren doğruluk (hakikat), nesnellik, evrensellik ve rasyonalite kavramlarına yönelik çözümleme, bilimselliği ile başarı elde etmiş olan Newton Fiziği’nin kuramsal yapısının, temel kavramlarının ve bu kavramları üreten yönteminin çözümlenmesi olarak görülmüştür. Bu anlama ve açıklama çabasının başat akımı olan pozitivizm için amaçlanan doğruluknesnellik, evrensellik ve rasyonalite kavramlarının verili olduğu bilimin çözümlenmesidir. Neo-pozitivizm ise, “önermelerin bilimselliği nasıl iddia edilebilir?” sorusu bağlamında, bilimsel bilginin önermesel çözümlemesini gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir. Böylelikle, 19. yüzyıl ve sonrası için bilim felsefesinin konusu, doğa ya da zihin değil, bilimsel önermeler ve kuramlar olarak belirlenmiş olmaktadır.

Pozitivizmin temel yönelimiyle beslediği, karşıt-bilim tezlerinin ise geçerliliğini ortadan kaldırmaya çalıştığı 19. yüzyıl bilim imgesinin birbirleri ile karşılıklı ilişki içerisinde bulunan iki temel dayanak noktası ya da kökeni vardır: İlk olarak, yeni epistemoloji ve yöntem anlayışı, ikinci olarak ise bilimin gösterdiği somut başarının pratik yansıması olan teknoloji. Bu imge gücünü ilk olarak, başlangıcı 1543 yılına dayanan ve Newton Fiziği ile olgunluğuna ulaşan Bilimsel Devrim döneminin somut başarılarına dayandırır. Bu sürecin gösterdiği başarı ‘Bilim nedir?’ sorusuna o döneme dek verilen cevabı değiştirecek ölçüde yüksektir. 1543 yılında Kopernik’in De Revolutionibus Orbium Caelestium (Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine) adlı eseri yayımladığında, bilim tarihinde Kopernik Devrimi olarak adlandırılacak ve Newton Fiziği ile tamamlanacak süreç başlamış oldu. Bu süreci devrimsel kılan, onun özel bir bilim dalı olarak sadece astronomiyi değil, tüm bir dünya algısıyla birlikte bilim ve bilgi anlayışını da kökensel bir değişime uğratmasıdır. Bu başarının felsefi bilinç düzeyine yükseltilmesi, kendinden önceki bilim geleneğinden ayrılan yeni epistemoloji ve yöntem anlayışının konu edinilmesi ile olanak kazanmıştır.

Francis Bacon, ‘Aristoteles nerede hata yaptı?’ sorusu ile yola çıktığında, yeni bilim imgesinin epistemolojisini ve yöntemini bilinç düzeyine çıkarmanın ve bunu yaparken de yeni yöntemi olgunlaştırmanın ilk adımını atmış oldu. Bu epistemolojinin ve yöntemin gücünü gösterdiği somut başarı, onun öngörü yeteneğindeydi. Bilginin öngörü yeteneğinin yükselmesi, onun gerçekliğin bilgisi olma niteliğinin de bir işareti olarak görüldü. Eğer bilim bunu belirli ölçülerde başarabiliyorsa –ki Newton Fiziği bunu başarıyordu- bilimin gerçekliğin sağlam ve güvenilir bilgisini, diğer bir deyişle de ‘Doğru’ bilgisini elde etmenin yöntemini keşfettiği sonucu çıkarılabilecekti. Francis Bacon’ın başlattığı epistemoloji ve yöntem çalışmalarının amacı, bilimin keşfini açık olarak felsefi bilinç düzeyinde belirlerken, bu başarıyı kuramsal düzeyde pekiştirebilmekti.

XIX. yüzyıl bilim imgesini yaratan epistemoloji ve yöntem çalışmaları ile somut bilim etkinliği arasındaki bu karşılıklı ilişki, Auguste Comte’un ortaya koyduğu pozitivizm ve özellikle de onun ardılı olan neo-pozitivizm ile farklılaştı. Auguste Comte’un pozitivizmi ile birlikte kuramsal olarak modern bilimin epistemolojisinin oluşturulması süreci, bilimin verili ayrıcalığının kabul edilmesi, anlaşılması ve olanaklı diğer alanlara aktarılması projesine dönüştü. Bu noktada temel amaç metafiziği ama özellikle de dinsel düşünceyi başta bilimden, ardından da bilgi temelli tüm alanlardan uzaklaştırmak ve bunu başarabilmiş bir sosyal bilimi kurabilmektir. Bu amaç doğrultusunda metafizik ana başlığı altında yer alan bilim-dışı ya da bilimsel olmayan tüm söylemler ile bilimsel söylem arasındaki sınırın net olarak çizilebilmesi için nesnel bir ‘sınırlandırma ayracı’nın belirlenmesi önceliklidir.

Bu ayraç, neyin bilim ya da bilimsel olduğunu ortaya çıkaracak kavramsal bir aygıttır. Önceleri bilimin metafizik söylemlerden arındırılması ya da ayırt edilmesi amacıyla geliştirilen bu kavramsal aygıt, zamanla ‘bilimsel’ nitelemesini taşıyan ya da taşımayı talep eden kuramların bilimselliğinin ölçülmesi işlevini de üstlenirken, ‘olması gereken’i belirleyen normatif bir nitelik kazandı. Çünkü 1900’lü yılların başından itibaren bilim felsefesinin karşı karşıya olduğu bilimsel kuram sadece Newton Fiziği değildi. Einstein’ın Görelilik Kuramı, Kuantum Fiziği, Evrim Kuramı, Eukleides Dışı Geometriler, Psikanaliz Kuramı gibi daha önceki pozitivist sınırlandırma ayracının sınırları dışına taşan, fakat edimsel olarak kendisini bilim olarak kabul ettirmiş kuramlar bu aygıtın yeniden gözden geçirilmesini gerekli kıldı. Daha öncesinde metafizik / bilim ayrımını genel hatlarıyla çizen yaklaşım, bilimsel görünüşlü kuramların bilimselliğini ölçebilecek denli kendisini detaylandırmak ve inceltmek durumunda kaldı. Böylelikle de kökensel olarak başat olan metafizik / bilim ayrımı, 20. yüzyılla birlikte bilim / sahte bilim (pseudoscience) ayrımı başlığı altında incelenebilir hale gelmiştir.

Bu dönemde özellikle kuramsal fizik alanındaki gelişmeler, gittikçe yüksek düzeyde kuramsallaşma ve hatta kuramlar üzerine kuramlar oluşturulması, kuram içerisinde empirik düzey ile bağların açık olarak gösterilememesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle pozitivizmin sınırlandırma ayracı olan ‘doğrudan doğrulama’ ayraç olarak alındığında, bu tür kuramlar (dönem itibariyle Einstein’ın Görelilik Kuramı) bilimsel bir kuram olarak kabul edilemez kalmaktadır. Bu nedenle doğrudan doğrulama yerine, kendi içerisinde empirik olarak -doğrudan- doğrulanabilir bir önerme içermeyen yüksek düzey bir kuramın gönderimde bulunduğu ya da mantıksal bağlar içerdiği diğer kuramların empirik olarak doğrulanabilir önermeler içermesi, gönderimde bulunan yüksek düzey kuramın da (dolaylı) doğrulanması olarak kabul edildi. Bunun yanı sıra sınama ve olumlama sayısı arttıkça bir önermenin (ya da bir kuramın), sınama sayısı ile orantılı olarak pekiştirildiği ve doğrulanmış önermelerden değil, ancak yüksek ya da düşük seviyelerde pekiştirilmiş (confirmed) önermelerden söz edilebileceği de öne sürüldü. Böylelikle süreç içerisinde sınırlandırma ayracı olarak ‘doğrulanabilirlik’ten vazgeçilmemiş, fakat ölçüt yumuşatılmış olmaktadır. Fakat pekiştirilme derecesinin neye göre değerlendirileceği ve bilimin birliği idealine uygun olarak bu konudaki belirli bir ölçütün tüm alanlarda geçerli olup olmayacağı sorusu, doğrulanabilirliğin kendisinin ‘doğru’ ölçüt olup olmadığının bilimin bu yeni kuramsallaşma seviyesiyle birlikte tartışılmaya başlanmasına neden olmuştur.

Tüm bu süreçte, bilim dilinden ‘doğru’ ve ‘yanlış’ terimlerinin çıkarılıp az ya da çok pekiştirilmiş önerme ya da kuramlardan bahsedilirken, gerçekliğin / doğanın ‘Doğru’ bilgisini veren / üreten bilimin verili ayrıcalığı ve yönteminin geçerliliği şüphe konusu edilmemiştir. Yüksek kuramsallaşma düzeyine rağmen genel olarak bilimin belirleyici imgesi halen 19. yüzyıl bilim imgesidir. Bu bağlamda neo-pozitivizmin yaklaşımı kendisini bilimsel kuramlarla sınırlamıştır. Neo-pozitivizm için bilimsel bir kuramın içsel yapısının çözümlenmesi ve bu çözümleme sonrasında kuramın sınırlandırma ayracına uygun olup olmadığının belirlenmesi bilim felsefesinin konusunu ve amacını oluşturur.

Bu derste, pozitivist ve neo-pozitivist ‘sınırlandırma ayracı’ çalışmalarının ardılı olan ve bu çalışmaları eleştirel bir yaklaşımla değerlendirip ‘yeni’ yollar öne süren iki bilim filozofunun, Karl Popper ve Thomas Kuhn’un düşünceleri ele alınacaktır. Bu bağlamda, özel olarak bilim felsefesinin ‘bilgi kuramı’nda (theory of knowledge) açığa çıkan problem alanları ve tartışmalarla evrilen epistemolojideki değişimin ve bu değişimin epistemoloji-dışı etkilerinin izi sürülmeye çalışılacaktır.

1. Hafta Dersin tanıtımı, ders izleğinin dağıtılması.

 

Epistemolojinin Dönüşümü ve Temel Problemi

2. Hafta Bilgi Teorisi’nin (Theory of Knowledge) Tarihsel ve Problematik Açığa Çıkışı
3.Hafta Bilgi Teorisi’nin (Theory of Knowledge) Tarihsel ve Problematik Açığa Çıkışı
4.Hafta Pozitivizm ve Neo-Pozitivizm Modelleri
5.Hafta Pozitivizm ve Neo-Pozitivizm Modelleri
6.Hafta Metin Analizi: Alfred Jules Ayer, Dil, Doğruluk ve Mantık
7.Hafta Metin Analizi: Alfred Jules Ayer, Dil, Doğruluk ve Mantık
8.Hafta Neo-pozitivizmin Katili: Karl Popper ve Eleştirel Yanlışlamacı Model
9.Hafta Neo-pozitivizmin Katili: Karl Popper ve Eleştirel Yanlışlamacı Model
10.Hafta Metin Analizi: Bilimsel Araştırmanın Mantığı (İlgili Bölümler)
11.Hafta Metin Analizi: Bilimsel Araştırmanın Mantığı (İlgili Bölümler)
12.Hafta Thomas Kuhn ve Paradigmatik Bilim Modeli
13.Hafta Metin Analizi: Bilimsel Devrimlerin Yapısı (İlgili Bölümler)
14.Hafta Metin Analizi: Bilimsel Devrimlerin Yapısı (İlgili Bölümler)

 

(08025082) Bilimsel Düşüncenin Evrimi (Yüksek Lisans Dersi)” için bir yanıt

Yorumlar kapatıldı.

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑